İŞYERİ KİRALARINA İLİŞKİN 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU HÜKÜMLERİ YÜRÜRLÜĞE GİRDİ

İŞYERİ KİRALARINA İLİŞKİN 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU HÜKÜMLERİ YÜRÜRLÜĞE GİRDİ

İŞYERİ KİRALARINA İLİŞKİN 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU HÜKÜMLERİ YÜRÜRLÜĞE GİRDİ

 

  • 6217 sayılı kanun geçici madde 2 Hükmü uyarınca tacir sıfatı taşıyan kişiler ve/veya kamu veya özel hukuk tüzel kişilerinin kiracı oldukları işyeri kiralarında 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğü ertelenen 323, 325, 331, 340, 342, 343, 344, 346 ve 354 üncü maddeleri 01/07/2020 itibariyle yürürlüğe girmiştir.

 

Madde 323: Kira İlişkisinin Devri

“Kiracı, kiraya verenin yazılı rızasını almadıkça, kira ilişkisini başkasına devredemez. Kiraya veren, işyeri kiralarında haklı sebep olmadıkça bu rızayı vermekten kaçınamaz.

Kiraya verenin yazılı rızasıyla kira ilişkisi kendisine devredilen kişi, kira sözleşmesinde kiracının yerine geçer ve devreden kiracı, kiraya verene karşı borçlarından kurtulur.

İşyeri kiralarında devreden kiracı, kira sözleşmesinin bitimine kadar ve en fazla iki yıl süreyle devralanla birlikte müteselsilen sorumlu olur.”

 

-Bu madde ile farklı olarak işyeri kira sözleşmelerin devrinde kiraya verenin yazılı rızasının alınması zorunlu hale gelmiştir.

-Bir diğer değişiklik ise işyeri kira sözleşmesinin devrinde kiraya verenin haklı nedeni yoksa rıza vermekten kaçınamayacağı düzenlemesidir.

 

Madde 325: Sözleşmenin Bitiminden Önce Kiralananın Geri Verilmesi

“Kiracı, sözleşme süresine veya fesih dönemine uymaksızın kiralananı geri verdiği takdirde, kira sözleşmesinden doğan borçları, kiralananın benzer koşullarla kiraya verilebileceği makul bir süre için devam eder. Kiracının bu sürenin geçmesinden önce kiraya verenden kabul etmesi beklenebilecek, ödeme gücüne sahip ve kira ilişkisini devralmaya hazır yeni bir kiracı bulması hâlinde, kiracının kira sözleşmesinden doğan borçları sona erer.

Kiraya veren, yapmaktan kurtulduğu giderler ile kiralananı başka biçimde kullanmakla elde ettiği veya elde etmekten kasten kaçındığı yararları kira bedelinden indirmekle yükümlüdür.”

 

-818 sayılı Mülga Borçlar Kanunu’nda bu hususu düzenleyen bir hüküm bulunmasa da bu dönemdeki Yargıtay kararları, kiracının sözleşmenin bitiminden önce kiralananı tahliye etmesi halinde kiralananın aynı koşullarla yeniden kiraya verilebileceği makul süre ile sınırlı olarak kiracının tazminat ödeyeceği yönündeydi. Bu madde ile Yargıtay uygulaması kanunlaşmış olmakla birlikte kiracıya, ödeme gücüne sahip ve kira ilişkisini devralmaya hazır yeni bir kiracı bulması halinde makul süre için tazminat ödemeksizin kiralananı geri verme imkanı sağlanmıştır.

 

Madde 331: Önemli Sebeplerle Kira Sözleşmesinin Olağanüstü Feshi

“Taraflardan her biri, kira ilişkisinin devamını kendisi için çekilmez hâle getiren önemli sebeplerin varlığı durumunda, sözleşmeyi yasal fesih bildirim süresine uyarak her zaman feshedebilir.

Hâkim, durum ve koşulları göz önünde tutarak, olağanüstü fesih bildiriminin parasal sonuçlarını karara bağlar.”

 –01/07/2020 tarihinden önce tacir sıfatı taşıyan kişiler ve/veya kamu veya özel hukuk tüzel kişilerinin kiracı oldukları işyeri kiralarında mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu ile 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun hükümleri uygulanmaktaydı. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu madde 264 her ne kadar kiracıya önemli nedenle fesih hakkı vermişse de önemli nedenle sözleşmeyi fesih ihbarında bulunan tarafın, diğer tarafa tam tazminat ödeyerek sözleşmeyi feshedeceğini düzenlemiştir. Ancak 6098 sayılı TBK madde 331 ile tazminatın hakim tarafından somut olay ve koşullar göz önüne alınarak belirleneceği düzenlenmiştir. Bu halde, 6098 sayılı TBK’nın ertelenen hükümlerinin yürürlüğe girmesi ile işyeri kiralarında önemli nedenle fesih halinde mülga borçlar kanunundaki öngörülen tam tazminat yerine hakimin takdir edeceği tazminat miktarı ödenecektir.

-Yine mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda yalnızca belirli süreli kira sözleşmeleri için önemli nedenle olağanüstü fesih imkanı bulunmaktaydı. 6098 sayılı TBK’nın yürürlüğü ertelenen hükümlerinin yürürlüğe girmesi ile hem belirli süreli hem de belirsiz süreli işyeri kira sözleşmeleri için olağanüstü fesih imkanı tanınmıştır.

 

 

TBK Madde 340: Bağlantılı Sözleşme Yasağı

“Konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmenin kurulması ya da sürdürülmesi, kiracının yararı olmaksızın, kiralananın kullanımıyla doğrudan ilişkisi olmayan bir borç altına girmesine bağlanmışsa, kirayla bağlantılı sözleşme geçersizdir.”

 

-Bu madde Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu ile 6570 sayılı GKHK’da karşılığı bulunmayan yeni bir düzenleme olup 01/07/2020 itibariyle işyeri kiraları için de uygulanacaktır.

 

Madde 342: Kiracının Güvence Vermesi

“Konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmeyle kiracıya güvence verme borcu getirilmişse, bu güvence üç aylık kira bedelini aşamaz.

Güvence olarak para veya kıymetli evrak verilmesi kararlaştırılmışsa kiracı, kiraya verenin onayı olmaksızın çekilmemek üzere, parayı vadeli bir tasarruf hesabına yatırır, kıymetli evrakı ise bir bankaya depo eder. Banka, güvenceleri ancak iki tarafın rızasıyla veya icra takibinin kesinleşmesiyle ya da kesinleşmiş mahkeme kararına dayanarak geri verebilir.

Kiraya veren, kira sözleşmesinin sona ermesini izleyen üç ay içinde kiracıya karşı kira sözleşmesiyle ilgili bir dava açtığını veya icra ya da iflas yoluyla takibe giriştiğini bankaya yazılı olarak bildirmemişse banka, kiracının istemi üzerine güvenceyi geri vermekle yükümlüdür.”

-Depozito uygulaması her ne kadar Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu ile GKHK’da düzenlenmemiş olsa da Yargıtay kararları ile geçerli kabul edilen bir uygulama idi. 6098 sayılı TBK madde 342 ile depozito uygulaması detaylı olarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile, depozito olarak para veya kıymetli evrak verilmesi halinde depozito bedelinin 3 aylık kira bedelini aşamayacağı düzenlenmiştir.

-Bir diğer yeni düzenleme ise depozito olarak para verilmesi halinde paranın vadeli bir tasarruf hesabına yatırılacağı, depozito olarak kıymetli evrak verilmesi halinde ise depozitonun bankaya depo edileceği düzenlenmesidir. Depozito olarak verilen paranın veya kıymetli evrakın; kiracının onayı, kesinleşmiş icra takibi veya kesinleşmiş mahkeme kararı olmadan banka tarafından kiraya verene verilemeyeceği de yine aynı madde ile düzenlenmiştir.

 

Madde 343: Kira Bedeli Dışında Kiracı Aleyhine değişiklik yapılamayacağı

“Kira sözleşmelerinde kira bedelinin belirlenmesi dışında, kiracı aleyhine değişiklik yapılamaz”

Her ne kadar bu maddedeki emredici hüküm uyarınca kira bedeli dışında kiracı aleyhine sonradan yapılacak değişiklikler kesin hükümsüz olacaksa da, 6570 Sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun madde 9 halihazırda aynı hususu düzenlemiş olduğundan uygulamada bu hükmün 01/07/2020 itibariyle yürürlüğe girmesinin getirdiği bir yenilik yoktur.

 

Madde 344: Kira Bedelinin Belirlenmesi

“Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır.

Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla hakim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenir.

Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde ve bundan sonraki her beş yılın sonunda, yeni kira yılında uygulanacak kira bedeli, hakim tarafından  tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önünde tutularak hakkaniyete uygun biçimde belirlenir. Her beş yıldan sonraki kira yılında bu biçimde belirlenen kira bedeli, önceki fıkralarda yer alan ilkelere göre değiştirilebilir.

Sözleşmede kira bedeli yabancı para olarak kararlaştırılmışsa, 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun hükümleri saklı kalmak şartıyla, beş yıl geçmedikçe kira bedelinde değişiklik yapılamaz. Ancak, bu Kanunun, “Aşırı ifa güçlüğü” başlıklı 138 inci maddesi hükmü saklıdır. Beş yıl geçtikten sonra kira bedelinin belirlenmesinde, yabancı paranın değerindeki değişiklikler de göz önünde tutularak üçüncü fıkra hükmü uygulanır.”

-818 sayılı Mülga Borçlar Kanunu’nda bu hükmün bir karşılığı bulunmadığı için, uygulamada kira bedelinin artırımına dair bu hususlar Yargıtay içtihatları doğrultusunda çözümlenmekteydi. Halihazırda uygulamada Yargıtay tarafından ortaya konmuş ilkeler bu madde ile kanunlaşmış ve 01/07/2020 itibariyle tacir sıfatı taşıyan kişiler ve/veya kamu veya özel hukuk tüzel kişilerinin kiracı oldukları işyeri kiralarında da uygulanabilir hale gelmiştir.

 

Madde 346: Kiracı Aleyhine Düzenleme Yasağı

“Kiracıya, kira bedeli ve yan giderler dışında başka bir ödeme yükümlülüğü getirilemez. Özellikle, kira bedelinin zamanında ödenmemesi hâlinde ceza koşulu ödeneceğine veya sonraki kira bedellerinin muaccel olacağına ilişkin anlaşmalar geçersizdir.”

-Bu madde ile çok önemli bir değişiklik getirilmiş, kira bedelinin zamanında ödenmemesi halinde cezai şart ödeneceğine ve sonraki kira bedellerinin muaccel olacağına ilişkin önceki dönem Yargıtay içtihatları ile geçerli kabul edilen anlaşmalar artık geçersiz hale gelmiştir. 01/07/2020 tarihi itibariyle tacir sıfatı taşıyan kişiler ve/veya kamu veya özel hukuk tüzel kişilerinin kiracı oldukları işyeri kiralarında da bu madde uygulama alanı bulacaktır.

 

Madde 354: Dava Sebeplerinin Sınırlılığı

“Dava yoluyla kira sözleşmesinin sona erdirilmesine ilişkin hükümler, kiracı aleyhine değiştirilemez.”

-Her ne kadar bu maddedeki emredici hüküm uyarınca taraflar kendi aralarında yaptıkları bir anlaşma ile yasada mevcut olan kira sözleşmesinin dava yoluyla sona erdirilmesi sebeplerine bir yenisini eklemesi ve/veya bu sebepleri kiracı aleyhine ağırlaştırması kesin hükümsüz olacak ise de, 6570 Sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun madde 8 halihazırda aynı hususu düzenlemiş olduğundan uygulamada bu hükmün 01/07/2020 itibariyle yürürlüğe girmesinin getirdiği bir yenilik yoktur.

 

Alioğlu Hukuk & Arabuluculuk Bürosu © COPYRIGHT 2017 – TÜM HAKLARI SAKLIDIR   Web Tasarım

0212 531 18 00  /  info@alioglu.av.tr

 

 

İŞYERİ KİRALARINA İLİŞKİN 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU HÜKÜMLERİ YÜRÜRLÜĞE GİRDİ

VERBİS’E KAYIT SÜRELERİNİN UZATILMASINA DAİR DUYURU

VERBİS’E KAYIT SÜRELERİNİN UZATILMASINA DAİR DUYURU

VERBİS’E KAYIT SÜRELERİNİN UZATILMASINA DAİR DUYURU

Kişisel Verileri Koruma Kurumu’nun internet sitesinde VERBİS’e kayıt sürelerinin uzatıldığına dair duyuru yayımlandı. Duyuruda, Covid-19 virüs salgını sebebiyle alınan Kişisel Verileri Koruma Kurulunun 23/06/2020 tarihli ve 2020/482 sayılı Kararı ile;

  • Yıllık çalışan sayısı 50’den çok veya yıllık mali bilanço toplamı 25 milyon TL’den çok olan gerçek ve tüzel kişi veri sorumluları ile yurtdışında yerleşik gerçek ve tüzel kişi veri sorumlularının Sicile kayıt yükümlülüğünü yerine getirmeleri için belirlenen sürenin 30.09.2020 tarihine,
  • Yıllık çalışan sayısı 50’den az ve yıllık mali bilançosu 25 milyon TL’ den az olup ana faaliyet konusu özel nitelikli kişisel veri işleme olan gerçek ve tüzel kişi veri sorumlularının Sicile kayıt yükümlülüğünü yerine getirmeleri için belirlenen sürenin 31.03.2021 tarihine,
  • Kamu kurum ve kuruluşu veri sorumlularının Sicile kayıt yükümlülüğünü yerine getirmeleri için belirlenen sürenin 31.03.2021 tarihine,

kadar uzatılmasına karar verildiği belirtilmiştir.

Duyurunun tam metni: https://kvkk.gov.tr/Icerik/6750/VERBIS-E-KAYIT-SURELERININ-UZATILMASI-HAKKINDA-DUYURU

Alioğlu Hukuk & Arabuluculuk Bürosu © COPYRIGHT 2017 – TÜM HAKLARI SAKLIDIR   Web Tasarım

0212 531 18 00  /  info@alioglu.av.tr

 

 

İŞYERİ KİRALARINA İLİŞKİN 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU HÜKÜMLERİ YÜRÜRLÜĞE GİRDİ

COVID-19 SALGINININ İŞ HUKUKUNA ETKİSİ

COVID-19 SALGINININ İŞ HUKUKUNA ETKİSİ

 

7244 Sayılı Kanun Kapsamında Değerlendirme

7244 sayılı “Yeni Koronavirüs (Covid-19) Salgınının Ekonomik Ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 17.04.2020 tarih ve 31102 sayılı Resmi gazetede yayımlanmıştır.

Kanunun çalışma hayatı ile ilgili maddeleri ve getirdikleri şunlardır:

Madde 2 – Toplu İş Uyuşmazlıkları: Bu madde ile, Toplu İş Uyuşmazlıkları bakımından bir süre uzatımı getirilmiştir. Yetki tespitlerinin verilmesi, Toplu İş sözleşmelerinin yapılması, toplu iş uyuşmazlıklarının çözümü, grev ve lokavta ilişkin süreler 3 ay süreyle uzatılmıştır. Bu bir yasaklama, erteleme değil süre uzatımı olup bu sayılan eylemler bu süre içerisinde de yapılabilir. Örneğin bir sendika yetkili olduğunu düşünüyorsa yetki tespiti başvurusunda bulunabilir. Kesinleşmiş bir yetki varsa toplu iş sözleşmeleri görüşmeleri başlanabilir ve toplu iş sözleşmesi yapılabilir.

 Madde 7 – Ücret Nakit Desteği: Bu madde ile, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’na geçici madde 24 ile ücret nakit desteği kavramı eklenmiştir. İş Kanunu, Basın İş Kanunu, Deniz İş Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu kapsamında çalışanlar şartları sağladıkları takdirde bu destekten yararlanabilecektir.

  • Ücret nakit desteğinden yararlanabilme şartları nelerdir?

Ücret nakit desteğinden yararlanabilme şartları 7244 sayılı yasa yürürlüğe girdiğinde çalışanlar bakımından şartlar şunlardır:

  1. İş Kanunu’na 7244 s. Kanun ile getirilen geçici madde 10 uyarınca işveren tarafından tek taraflı ücretsiz izin uygulamasına geçilmiş olması gerekir. Kanunun amacı “salgının çalışma yaşamına etkilerini azaltmak” olarak belirtilmiştir. Bu halde, salgın sebebiyle halihazırda ücretsiz izinde olan işçiler kanunun yürürlüğe girdiği tarihte ücretsiz izinleri devam ediyorsa ücret nakit desteğinden yararlanabilmeleri gerekmektedir.
  2. İşçinin kısa çalışma ödeneğinden yararlanamaması gerekmektedir. İşçinin gerek kısa çalışma ödeneğinden yararlanma şartlarını taşımadığı gerekse işveren tarafından kısa çalışma ödeneğine başvurulmadığı için işçinin kısa çalışma ödeneğinden yararlanamıyor olması gerekmektedir.

Ücret nakit desteğinden yararlanabilme şartları 15 Mart 2020 tarihinden itibaren iş sözleşmesi feshedilenler bakımından şunlardır:

  1. İşsizlik Sigortası Kanunu madde 51’e göre bir fesih yapılmış olması gerekir. İşveren tarafından yapılan bildirimli fesih, işverenin haksız feshi, 15 Mart 2020 ile 17 Nisan 2020 tarihleri arasında işçi tarafından zorlayıcı nedenlerle İş Kanunu madde 24/3 veya işveren tarafından zorlayıcı nedenlerle madde 25/3 uyarınca yapılan fesihlerde bu şart oluşur ve işçi ücret nakit desteğinden yararlanabilir. Ancak, işçinin haklı nedene dayanmayan feshinde, bildirimli feshinde veya işverenin haklı nedenle feshinde madde 51’deki fesih şartları sağlanmadığından ücret nakit desteğinden yararlanmak mümkün olmayacaktır.
  2. İşçinin işsizlik ödeneğinden yararlanmıyor olması veya herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan yaşlılık aylığı almıyor olması gerekir.

 

Madde 8 –  Kısa Çalışma Ödeneği Başvurularında Uygunluk Tespiti: 4447 sayılı Kanuna Geçici 25‘inci madde eklenmiştir. Bu madde ile kısa çalışma ödeneği başvurularında uygunluk tespitinin tamamlanması beklenmeksizin işverenin beyanı doğrultusunda kısa çalışma ödeneğinden yararlanması sağlanacaktır. Ancak, sonrasında yapılan uygunluk tespitinde işverenin hatalı bilgi ve belge verdiği anlaşılırsa yapılan ödemeler yasal faizi ile işverenden tahsil edilecektir.

  • İşverenin hatalı bilgi ve belge vermesi halinde, işverenden tahsil edilecek ödemeleri işverenin işçiye rücu etme imkanı bulunmakta mıdır?

Her ne kadar kısa çalışma ödeneğinden faydalanan işçi ise de, şayet işçinin işveren tarafından kuruma eksik bilgi ve belge verilmesinde kusuru bulunmamakta ise işçi iyi niyetli sebepsiz zenginleşen konumunda olacak ve işverenin kuruma ödemek zorunda kalacağı miktarı işçiye rücu etmesi mümkün olmayacaktır. Ancak, işçi işverene eksik/hatalı bilgi ve belge vermiş ise işverenin ödemek zorunda kalacağı miktarı işçiye rücu edebileceğinin kabulü gerekir.

Madde 9 –  İşverenin Fesih Yasağı ile İşçinin Sınırlı Fesih Yasağı: Bu madde ile İş Kanunu’na eklenen geçici madde 10 ile 3 aylık süre boyunca, 17.04.20-17.07.20 tarihleri arasında işveren tarafından İş Kanunu madde 25/2 Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri dışındaki sebeplerle iş sözleşmesini feshetme imkanı ortadan kalkmıştır. Eğer işveren veya işveren vekili bu yasağa aykırı olarak İş Kanunu madde 25/2 dışındaki bir sebeple işçinin iş sözleşmesini feshederse sözleşmesi feshedilen işçinin fesih tarihindeki aylık brüt asgari ücret tutarı kadar para cezası yaptırımıyla karşılaşacaktır. İşçi bakımından ise, işçi işverenin tek taraflı ücretsiz izin uygulamasını kabul etmeyip çalışma koşullarında değişiklik olduğundan bahisle bu 3 aylık süre boyunca haklı nedenle fesih yapamayacaktır.

  • 17.04.2020 tarihinden sonra ihbar önelli fesih bildiriminde bulunmak mümkün müdür? Bu bildirimin akıbeti nedir?

Bu 3 aylık süre içerisinde işverenin fesih ihbarında bulunması halinde, kanaatimizce 3 aylık fesih yasağı bildirimli feshi de kapsayacağı için, bu fesih bildirimi süresi yasak süresince işlemeyecek, 17.07.2020 tarihinden sonra ihbar süresi işlemeyecek başlayacak ve fesih bildiriminin sonuçları doğacaktır. 3 aylık yasak içerisinde işverence ihbar önelli olarak yapılan fesih bildirimi geçerli bir irade açıklaması olup yalnızca bu bildirime bağlanan sonuçların doğması 7244 sayılı yasa ile 3 aylık bir süre için ertelenmiş durumda olacaktır.

  • 17.04.2020 tarihinden önce işverenin ihbar önelli fesih bildiriminde bulunduğu hallerde ihbar süresinin sonu ve fesih tarihi 17.04.2020-17.07.2020 arasındaki bir tarihse bu feshin akıbeti nedir? 

Bu halde, işverence 7244 sayılı yasanın yürürlüğe girmesinden önce yapılmış bir fesih bildirimi bulunduğundan, her ne kadar ihbar süresinin sonu ve fesih tarihi 3 aylık fesih yasağı dahilinde bir güne isabet ediyor ise de, önel süresi sonu itibariyle iş sözleşmesi sona erecek ve bu sona erme hali kanaatimizce fesih yasağı kapsamında değerlendirilmeyecektir.

Ancak belirtmek gerekir ki, 3 aylık yasak sürecinde önel süresinin sona ermesi neticesinde iş sözleşmesinin feshedilmesi sonucu kuruma yapılacak olan bildirimlerde, kurum tarafından idari para cezası verilmesi ihtimali yüksektir. Bu halde bu idari para cezasının, fesih bildiriminin 7244 sayılı yasa öncesinde yapıldığının ispatı ile iptal edilmesi mümkün olacaktır.

Bir diğer dikkat edilmesi gereken husus ise, işveren eğer ihbar süresi içerisinde işçiyi ücretsiz izne çıkartırsa, Türk Borçlar Kanunu’nun 432. Maddesi uyarınca ihbar süresi ile ücretsiz izin süreleri iç içe geçemeyeceğinden ihbar süresi ücretsiz izin süresince duracak, ücretsiz izin bittikten sonra işlemeye devam edecektir.

  • 7244 sayılı kanun ile işverene tanınan tek taraflı ücretsiz izin hakkının bir şartı veya sınırlaması bulunmakta mıdır? 

17.04.2020 – 17.07.2020 tarihleri arasında işverene, işçiyi tek taraflı ücretsiz izne çıkartma imkanı tanınmıştır. Bu süreçte işçi, ücretsiz izni kabul etmeyerek iş sözleşmesini feshederse, bu haklı bir fesih teşkil etmeyecek, kıdem tazminatına hak kazanamayacaktır. Ancak, bahsi geçen kanun COVID-19 salgınının etkilerini azaltmak için çıkartılmış olduğundan salgından etkilenmemiş bir işverenin tek taraflı ücretsiz izin uygulaması yapması ile ücret nakit desteğine başvurması ileride bir iş hukuku uyuşmazlığı doğurabilecektir. Her ne kadar geçici ücretsiz izin uygulaması kanunda herhangi bir ön şarta veyahut işverenin salgından etkilendiğini ispatlama koşuluna bağlı olmasa da, eğer işveren bir yandan ücretsiz izin uygulamasına giderek diğer yandan yeni işçi alımı yapıyorsa veya işçilerin yarısını ücretsiz izne çıkararak kalan yarısına fazla çalışma yaptırarak istihdam açığını kapatmaya çalışıyorsa hakkın kötüye kullanılması yasağı gündeme gelebilecektir. Örneğin kargo şirketleri son dönemlerde bu salgından dolayı daha çok kazanç sağlıyor olabilir. Eğer kargo şirketi sahibi işveren bu imkandan yararlanarak kıdem sahibi ve daha yüksek ücret alan işçilerini ücretsiz izne çıkarır, yeni aldığı asgari ücretli işçilerle hizmetin sürekliliğini sağlama yoluna giderse bu da yine hakkın kötüye kullanılması teşkil edecektir.

Hakkın kötüye kullanılması yasağı dışında, işverenin ücretsiz izin uygulamasına giderken eşit davranma borcuna da uyması gerekmektedir. Örneğin işveren bu yasanın yürürlüğünden sonra bazı işçileri tam zamanlı çalıştırmaya devam ederek bazı işçileri ücretsiz izne çıkartırsa, bazı işçileri de kısmi ücretsiz izne çıkartırsa ve ayrımı haklı kılan bir neden ortaya koymazsa İş Kanunu madde 5 ihlal edilmiş olur ve işçiler aradaki ücret farkını talep edebilir. Ancak büyük bir entegre tesiste üretim, AR-GE, reklam tanıtımı, güvenlik vb. pek çok çalışma alanı varsa COVID19 sebebiyle üretim ihtiyacındaki azalmadan dolayı üretim kısımındaki işçileri kısmi süreli ücretsiz izne ayırabilir. Örneğin işçileri ayda 10 gün çalıştırıp 20 gün ücretsiz izin verebilir. Reklam ve AR-GE’ye ise hiç ihtiyaç olmayabilir ve onlara tam zamanlı ücretsiz izin verebilir, güvenlik bölümündeki işçilere ise hiç izin vermeyebilir. Bu örnekte ayrımı haklı kılan neden ortaya konabildiği için eşit davranma borcuna aykırılık yoktur. Ayrım için geçerli sebep olmadığı hallerde ise işçi aradaki farkı talep edebilir ve bunu fesih için haklı sebep olarak kullanabilir. Hatta eşit davranmama din, dil, felsefe inanç gibi keskin nedenlere dayanıyorsa ayrımcılık tazminatı koşulları bile devreye girebilir.

Ücretsiz izin uygulaması tam zamanlı veya kısmi zamanlı olabilir. Kısmi zamanlı ise, işçi çalıştığı günler için işverenden tam ücretini alır, ücretsiz izinde olduğu günler içinse ücret nakit desteği alır.

  • İşçi bu dönemde İş Kanunu madde 24/3’e göre zorlayıcı nedenlerle fesih yapabilir mi? İşçi başkaca nedenlere iş akdini sonlandırabilir mi?

İşyerinde zorlayıcı nedenlerle bir çalışamama hali söz konusuysa, işveren zorlayıcı nedenlerden kaynaklanarak tek taraflı ücretsiz izin uygulamasını gündeme getirmişse, işçinin zorlayıcı nedenlerle yani 24/3’e göre feshi bile bu dönemde yapılamaz. Çünkü işverenin ücretsiz izin kararının altındaki zorlayıcı nedenler de bu yasa ile haklı fesih imkanını ortadan kaldırmıştır.

Ancak, bu dönemde işçinin her ne kadar ücretsiz izin uygulamasına bağlı olarak haklı fesih hakkı kaldırılmışsa da işçinin diğer tüm nedenlere dayanan fesih hakları halen mevcuttur. Örneğin, işçinin önceki fazla çalışmasının ödenmemiş olması halinde işçi, İş Kanunu madde 24/2-e’ye göre sözleşmeyi sonlandırabilir. Bu halde işçi bu yasa çerçevesinde ücret nakit desteği de almaya devam edebilir. İşçinin sigorta primlerinin eksik veya hiç ödenmemesi halinde bu dönemde işçi yine iş sözleşmesini İş Kanunu madde 24/2-f uyarınca haklı nedenle sonlandırabilir, yine bu fesih şekli işsizlik ödeneğine hak kazanacak bir fesih olduğu için işçi ücret nakit desteğinden de yararlanabilir. Yasak döneminde askerlik, evlilik, emeklilik sebebiyle işçi yine iş akdini sonlandırabilir.

İkale de mümkündür, karşılıklı anlaşmayla bu fesih yasağı süresi içinde taraflar sözleşmeyi sona erdirebilir. İkale için icap ve kabulün kimden geldiğinin de önemi yoktur, çünkü ikale gerçek anlamda bir fesih değil karşılıklı iradelerle sözleşmenin sona erdirilmesidir.

Ancak İşçinin yasak süresi içerisinde ihbar önelli feshi de yapılamaz, bildirim süresi tanınarak bir fesih yapılabileceğini kabul edersek bir anlamdan da ücretsiz izin uygulamasına dayalı fesih yasağını ihlal etmiş oluruz. Şayet işveren bir ücretsiz izin uygulamasına gitmemişse şu anda geçerli olan fesih yasağı doğrudan ücretsiz izin uygulamasına bağlı olduğundan işçinin önelli feshi her zaman mümkün olabilecektir.

  • Haftasonu sokağa çıkma yasağında çalışılmadığından bahisle telafi çalışması yaptırılabilir mi? Haftasonu sokağa çıkma yasağı uygulanan süreler için ne kadar ücret ödenir?

 İşçiler haftasonuna denk gelen 2 günlük veya 4 günlük sokağa çıkma yasağı sırasında ücretlerini alıyor ancak çalışmıyorlarsa zorunlu nedenin ortadan kalkmasından itibaren 4 ay içinde günlük 3 saati ve günde toplam 11 saati aşmamak kaydıyla ve tatil günlerine sarkmamak kaydıyla, İş Kanunu madde 64 uyarınca telafi çalışması yaptırılabilir. Tatil günlerinde telafi çalışması yapılamaz kuralı gereği ulusal bayramlar ile hafta tatilinde telafi çalışması yaptırılamaz. Yargıtay içtihatları uyarınca akdi tatil günlerinde de telafi çalışması yaptırılamaz. Hafta sonuna denk gelen 2 gün işçinin çalışması gereken günlerden ise ve sokağa çıkma yasağı sebebiyle çalışılamıyorsa, işçi ücretli veya ücretsiz izne çıkarılmadıysa, Pazartesiden itibaren aynı hafta içinde telafi çalışması yaptırılması imkanı vardır. Çünkü zorunlu neden Pazartesi günü itibariyle ortadan kalkar.

Hafta sonları sokağa çıkma yasağı uygulanan süreler için ne kadar ücret ödeneceği hususu da önemlidir. İş kanunu Madde 40’a bakıldığında 1 haftaya kadar her gün için yarım ücret ödeneceği düzenlenmiş, 1 haftaya kadar ibaresi kullanıldığına göre ve 2 günlük süre de “1 haftaya kadar” bir süre olduğu için ilk bakışta yarım ücret ödenmesi gerekeceği söylenebilir. Ancak m.40 doğrudan iş kanunu m.24/3 ve m.25/3e atıfla çözüm sunuyor. Bu maddelerde, 1 haftayı aşan sürelerle çalışılamamasına sonuç bağlanmıştır ve m.40 da bunun 1 haftalık kısmı için yarım ücret ödeneceğini düzenleme amacı gütmüştür. 1 haftaya kadar ibaresini 1 haftadan az süreyle çalışmanın durduğu hallerde yarım ücret ödenir şeklinde yorumlamak madde 40, madde 24/3 ile madde 25/3’ten bahsettiği için mümkün olmaz ve tam ücret ödenmesi gerekir. 

Uyarı: Yukarıdaki değerlendirme mevcut koşullara göre yapılmış olup bir ön değerlendirme ve görüş bildirme niteliği taşımaktadır. Bu hususlar yargı kararları ile önümüzdeki günlerde netlik kazanacaktır.

 

 

Alioğlu Hukuk & Arabuluculuk Bürosu © COPYRIGHT 2017 – TÜM HAKLARI SAKLIDIR   Web Tasarım

0212 531 18 00  /  info@alioglu.av.tr

 

 

İŞYERİ KİRALARINA İLİŞKİN 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU HÜKÜMLERİ YÜRÜRLÜĞE GİRDİ

HASTA HAKLARI KAPSAMINDA HANGİ HAKLAR VARDIR?

HASTA HAKLARI KAPSAMINDA HANGİ HAKLAR VARDIR?

I. Genel Olarak

1. Hasta Kavramı

Hasta Hakkı kavramını tanımlayabilmek için öncelikle “hasta” ve “hak” kavramlarının açıklanması gerekmektedir.
Hastanın kim oldu
unu anlayabilmek için ise öncelikle saı ve hastalıı tanımlamak gerekir. Dünya Salık Örgütünün Anayasası’nda, “BirlemiMilletler Beyannamesine uygun olarak bu Anayasaya balı olan Devletler, tüm milletlerin mutluluu, uyumlu ilikileri ve güvenlii için aaıdaki ilkelerin temel olduunu ilan ederler:

Salık, sadece hasta veya sakat olmama hali deil, fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan iyi olma halidir…..”

eklindeki düzenleme ile “Saın” tanımı yapılmıtır.
Dünya Sa
lık Örgütü, “Hastalıı” ise “..Organizmanın yaralanması yada çeitli nedenlerle

homeostatik dengenin bozulması olup, beraberinde fizyolojik, psikolojik, sosyal ve ekonomik sorunları da olan bir durum…” olarak tanımlamıştır(1).

2. Hasta Hakları Kavramı 

1998 Tarihli T.C. Hasta Hakları Yönetmelii hasta haklarının tanımını yapmıtır. HHY m.4’e göre “e) Hasta hakları: Salık hizmetlerinden faydalanma ihtiyacı bulunan fertlerin, sırf insan olmaları sebebiyle sahip bulundukları ve T.C. Anayasası, milletlerarası andlamalar, kanunlar ve dier mevzuat ile teminat altına alınmıbulunan haklarını…ifade eder.” düzenlemesinden de anlaılacaı üzere hasta hakları insan hakları kavramının salık alanındaki uygulaması olarak karşımıza çıkan ve karşılanması zorunlu olan temel gereksinimleri ifade eder(2).

Kii save tam doum ile birlikte kiilik kazanmakta ve o andan itibaren insan haklarına sahip olmaktadır. nsan Hakları’nın özünü oluturan çekirdek haklardan biri de kukusuz ki “Yaama Hakkı”dır ve hasta hakları hem uluslararası insan hakları sözlemeleri hem de Anayasamız ile güvence altına alınan yaam hakkının bir uzantısı olan “Salık Hakkı” içinde yer alır. Hasta Hakları bir insan hakkı olması ve kiiye sıkı sıkıya balı hak statüsünde olması sebebiyle Türk Medeni Kanunu Madde 23.- Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamaz. Yazılı rıza üzerine insan kökenli biyolojik maddelerin alınması, aılanması ve nakli mümkündür. Ancak, biyolojik madde verme borcu altına girmiolandan edimini yerine getirmesi istenemez; maddî ve manevî tazminat isteminde bulunulamaz.”

Hükmü uyarınca devredilemez ve vazgeçilemez haklardır.

II. Hasta haklarına ilişkin Temel Düzenlemeler

1. Uluslararası Hukuk’taki Düzenlemeler

Alma Ata Bildirgesi (1978); Lizbon Bildirgesi (1981);Amsterdam bildirgesi (1994);Bali bildirgesi (1995); Biyotıp sözlemesi ; Hasta Haklarına ilikin Avrupa Statüsü; nsan hakları evrensel Beyannamesi ; nsan hakları Avrupa Sözlemesi ; Çocuk hakları sözlemesi’dir.

2. İç Hukuk’taki Düzenlemeler

T.C. Anayasası; Türk Medeni Kanunu; Türk Borçlar Kanunu; Türk Ceza Kanunu; Hasta Hakları Yönetmeliği̇ ; hasta hakları uygulama genelgesi (1998); tıbbi deontoloji tüzüü;1219 sayılı kanun ile Türk Tabipler Birlii Hekimlik Meslek Etii Kuralları’dır. Hasta Haklarına ilikin kapsamlı düzenleme 1998 tarihli Hasta Hakları Yönetmelii ile yapılmıtır.

III. Hasta Hakları

1. Hastanın Rızasının Alınması

Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk artı olan rızanın geçerlilii, hastanın yeterince aydınlatılmıolmasına balıdır. Aydınlanma, rızanın geçerlilik artıdır. Aydınlatma yapılmadan alınan rıza ile yapılan tıbbi müdahale hastanın geleceini bizzat tayin hakkına ve dolayısıyla kiiliine yönelik bir saldırı sayılacaktır. Türk Hukuku’nda söz konusu hak AY m.17 ve TMK m.24’ten kaynaklanmaktadır. Çünkü yaama hakkı kiinin kendi geleceini bizzat tayin etme hakkını da kapsar. Bu maddeler gereince kiinin rızası alınmaksızın ahsiyet haklarının kapsamına giren hayatına, saına, vücut tamlıına yapılacak her türlü müdahale hukuka aykırıdır.

Rıza, tıbbi müdahaleye maruz kalacak kii tarafından gösterilmelidir(3) . HHY m.31 Rıza alınırken hastanın veya kanuni temsilcisinin tıbbi müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın verdii rıza, tıbbi müdahalenin gerektirdii sürecin devamı olan ve zorunlu sayılabilecek rutin ilemleri de kapsar. Tıbbi müdahale, hasta tarafından verilen rızanın sınırları içerisinde olması gerekir. Hastaya tıbbi müdahalede bulunulurken yapılan ilemin geniletilmesi gerei doduunda müdahale geniletilmedii takdirde hastanın bir organının kaybına veya fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesine yol açabilecek tıbbi zaruret hâlinde rıza aranmaksızın tıbbi müdahale geniletilebilir.” HHY m.24/2 Kanuni temsilcinin rızasının yeterli olduu hallerde dahi, anlatılanları anlayabilecekleri ölçüde, küçük veya kısıtlı olan hastanın dinlenmesi suretiyle mümkün olduu kadar bilgilendirme sürecine ve tedavisi ile ilgili alınacak kararlara katılımı salanır.” Hükümlerinden de anlaılacaı üzere, tedaviye maruz kalacak olan hastaya hasta küçük veya kısıtlı olsa dahi, anlayacaı ölçüde bilgi verilmesi esastır ve tıbbi müdahale ancak usulünce aydınlatılmıolan hastanın rıza vermesi ve tıbbi müdahalenin bu rıza çerçevesinde gerçeklemesi halinde hukuka uygun olacaktır. HHY m.28 uyarınca ise mevzuatın öngördüü istisnalar dıında rızanın herhangi bir ekle balı olmadıı düzenlenmitir.

2. Hastanın Aydınlatılması

Tıbbi müdahale için hastadan alınan rızanın hukuken geçerli olması hastanın kendisine uygulanacak tıbbi müdahale konusunda aydınlatılmıolmasına balıdır. Hasta tehis veya tedavi için gereken tıbbi giriimlerle ilgili olarak yapılacak uygulamalar ve ortaya çıkabilecek riskler konusunda bilgilendirilmelidir. Aydınlatma yükümlülüü, “tehis” “süreç” ve “risk” aydınlatmalarını kapsar. Öncelikle hastaya tehis edilen hastalık tüm özellikleriyle anlatılmalı, sonrasında gerçekleşecek süreç, uygulanacak tedavi hakkında bilgilendirilmeli ve son olarak da tedavinin türü, şekli, kapsamı, olumlu ve olumsuz sonuçları ile doğması muhtemel riskler hakkında bilgilendirilmelidir. Hasta Hakları Yönetmeliği’nde yapılan değişikle eklenen m.24/son fıkrası ile tedavisi tamamlanan hastaya genel sağlık durumu ilaçları kontrol tarihleri uyması gereken diyet gibi taburcu sonrası tedavi planının da sağlık mensubu tarafından sözlü anlatılması ve bu planın anlatıldığı epikrizin bir nüshasının hastaya verilmesi düzenlemesi getirilmiş olup hastayı Aydınlatma Yükümlülüğü’nün kapsamı tedavi sonrasını da kapsayacak (4) şekilde genişletilmiştir. HHY m.18 uyarınca aydınlatma yapılırken bilgi sade bir şekilde,

hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabilecei bir ekilde verilmelidir. Kural olarak bilgilendirmenin müdahaleyi gerçekletirecek salık mensubu tarafından yapılması düzenlenmise de bunun mümkün olmadıı durumlarda gerekli yeterlilie sahip baka bir salık mensubu tarafından da bilgilendirmenin yapılabilecei belirtilmitir. Bunların dıında aydınlatma konumasının müdahaleden “makul bir süre önce” yapılması gerekmektedir. Aydınlatma mevzuatta düzenlenmiistisnalar dıında (Organ ve doku nakli kanunu, nüfus planlaması kanunu vb.) dıında yazılı ekle balı deildir ve esasen “Aydınlatma konuması” eklinde yapılır. Hastaya verilen form veya broürler hiç bir zaman gerekli aydınlatma konumasının yerine geçemez. Hastanın küçük veya kısıtlı olması halinde ise hasta mümkün olduunca bilgilendirilerek sürece katılmalı ancak kapsamlı aydınlatma veli veya vasisine mutlaka yapılmalıdır.

3. Tıbbi özen gösterilmesini isteme hakkı

HHY m.14 Personel, hastanın durumunun gerektirdii tıbbi özeni gösterir. Hastanın hayatını kurtarmak veya saını korumak mümkün olmadıı takdirde dahi, ıstırabını azaltmaya veya dindirmeye çalımak zorunludur.” Ve Hasta Hakları Statüsü m. 11 “Her birey hastalıının her evresinde mümkün olduu ölçüde acı ve sıkıntıdan korunma hakkına sahiptir. Salık Hizmetleri, bu balamda(bu amaçla) hastanın tedavisinin kolay ve rahat geçmesi için gerekli tedbirleri almalıdır.” Hükümleri ile hastaların tedavileri süresince tıbbi özen gösterilmesini isteme hakkı düzenlenmiolup, hastanın iyilemesi mümkün olmasa dahi acısının dindirilmeye çalıılması ve esasen hastanın nsanlık Onuru’nun korunması düzenlenmitir.

4. Genel olarak bilgi isteme ve bilgi verilmesini yasaklama hakkı

HHY m. 15 ile bilgilendirmenin kapsamı düzenlenmiolup, HHY m.18; HHY m.19 ve Hasta Haklarına likin Avrupa Statüsü m.4/1,2 ve 3 uyarınca hastanın tıbbi müdahale öncesinde aydınlatılması dıında, müdahalenin her aamasında bilgi isteme hakkı bulunmaktadır. Ayrıca HHY m.20 lgili mevzuat hükümleri ve/veya yetkili mercilerce alınacak tedbirlerin gerektirdii haller dıında; kii, salık durumu hakkında kendisinin, yakınlarının ya da hiç kimsenin bilgilendirilmemesini talep edebilir. Bu durumda kiinin kararı yazılı olarak alınır. Hasta, bilgi verilmemesi talebini istedii zaman deitirebilir ve bilgi verilmesini talep edebilir.” Hükmü Uyarınca hastanın kendisinin veya yakınlarının bilgilendirilmemesini isteme hakkı da bulunmaktadır.

5. Kayıtları İnceleme Hakkı

HHY m.16 Hasta, salık durumu ile ilgili bilgiler bulunan dosyayı ve kayıtları, dorudan veya vekili veya kanuni temsilcisi vasıtası ile inceleyebilir ve bir suretini alabilir. Bu kayıtlar, sadece hastanın tedavisi ile dorudan ilgili olanlar tarafından görülebilir.” Hükmü ile Hasta Haklarına ilişkin Avrupa Statüsü m.3/4 ve Hekimlik Meslek Etiği Kuralları m.31 düzenlemeleri uyarınca hasta her zaman hastane veya hekimden sağlık durumuna ilişkin kayıtları incelemeyi ve suretini almayı isteme hakkına sahiptir. Hastanın bu talebi üzerine ilgili kişilerin kayıtları incelemesini sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır.

6. Hastanın Özel Yaşamının Gizliliğine saygı hakkı

Hastanın mahremiyeti hastaya ait bilgilerin gizlilii ile hastanın beden mahremiyetini kapsar. Bilgilerin gizlilii hastanın sırlarının saklanması ile bunların salanması için gerekli tedbirlerin alınmasını ifade eder. Bir dier deyile hastaya ait kayıtlar tutulurken ve arivlenirken gereken önlemler alınmalı ve hastaya ait sırlar hiç bir surette açıklanmamalıdır. Beden mahremiyetinin korunması ise örnein hastanın muayenesi yapılırken bakası tarafından görünmeyecek ayrı bir yerde muayenesinin yapılması gereklilii eklinde ortaya çıkar. Hastanın mahremiyet hakkı Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmelii m.7 ;HHY m.21,m23 ve Hasta Haklarına likin Avrupa Statüsü m.6 hükümlerinde düzenlenmitir. Özetle bireyin salık durumuna veya ona uygulanan tedaviye ilikin veriler gizli olmalı ve korunmalıdır. Hastaya ait bireysel bilgilerin arivlenmesi hastanın daha sonra tedavi için baka bir kuruma bavurması halinde yarar salayabilecektir ve bu sebeple hastaya ilikin kayıtların arivlenmesi yükümlülüü vardır. Ancak bu “hasta kayıtlarının tutulması yükümlülüğü” yine hastane işleticisi ve sağlık mensuplarının “sır saklama yükümlülüğü” ile birlikte anlam ifade eder aksi takdirde hastanın mahremiyet hakkı ihlal edilmiş olacaktır (5).

7. Hastanın onuru ile ölme hakkı

Hasta hakları arasında yer alan temel haklardan birisi de hastanın onuru ile ölme hakkıdır. Hekimlerin hastanın saına kavumasından önce acı ve arısını dindirme ya da azaltmak görevi de vardır. Hastanın ölüm sürecinde insan olarak sahip olduu tüm haklar çerçevesinde yaamının sona ermesi konusunda önlemler almak salık hizmeti veren tüm kii ve kurumların sorumluluğudur (6).

Bu husus HHY m.14 Personel, hastanın durumunun gerektirdii tıbbi özeni gösterir. Hastanın hayatını kurtarmak veya saını korumak mümkün olmadıı takdirde dahi, ıstırabını azaltmaya veya dindirmeye çalımak zorunludur.” Hükmü ile düzenlenmitir. Hastanın onuru ile ölme hakkı kapsamında tartımalı bir konu ise kurtuluu imkansız ve ifasız bir hastalıa yakalanan hastanın ıstırabını dindirmek için hastanın tıbbi yöntemlerle yaamına son verilmesi (Aktif Ötenazi) veya hareketsiz kalarak ölümüne müdahale edilmemesi(Pasif Ötenazi) eklinde meydana getirilebilecek olan “Ötenazi”dir. Hukukumuzda HHY m.13 Ötenazi yasaktır. Tıbbi gereklerden bahisle veya her ne suretle olursa olsun, hayat hakkından vazgeçilemez. Kendisinin veya bir bakasının talebi olsa dahil, kimsenin hayatına son verilemez.” hükmü uyarınca öretide bazı görülerce hastanın onuru ile ölme hakkı kapsamında olduu savunulan “Ötenazi” yasaklanmıtır. Belirtmek gerekir ki Dünya Tıp Birlii de Ötenazi’yi Tıp Etii’ne aykırı bulmaktadır.

8. Sağlık Personelini Tanıma, Seçme, Değiştirme Ve Sağlık Birimlerini Seçme Hakkı

Hastanın hekimi ya da kurumu seçme özgürlüü, salık hizmetlerine ulama hakkı çerçevesinde anlaılması gereken bir haktır. Hekimi seçme hakkı, salık sistemi içinde hastanın insan olarak onur ve saygınlıına deer veren, güvendii ve inandıı bir hekime ulaabilme hakkı olarak açıklanabilir. HHY m.9 “Hastaya talebi halinde, kendisine sağlık hizmeti verecek veya vermekte olan tabiplerin ve diğer personelin kimlikleri, görev ve unvanları hakkında bilgi verilir. Mevzuat ile belirlenmiş usullere uyulmak şartı ile hastanın, kendisine sağlık hizmeti verecek olan personeli serbestçe seçme, tedavisi ile ilgilenen tabibi değiştirme ve başka tabiplerin konsültasyonunu istemek hakkı vardır. Personeli seçme, tabibi değiştirme ve konsültasyon isteme hakları kullanıldığında, mevzuat ile belirlenen ücret farkı, bu hakları kullanan hasta tarafından karşılanır.” Hükmü ile bu hak düzenlenmiştir.

9. Tıbbi Gereklere Uygun Teşhis, Tedavi ve Bakım Hakkı

HHY m.11 “Hasta, modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak tehisinin konulmasını, tedavisinin yapılmasını ve bakımını istemek hakkına sahiptir. Tababetin ilkelerine ve tababet ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı veya aldatıcı mahiyette tehis ve tedavi yapılamaz.” Hükmü ile Hasta Haklarına ilikin Avrupa Statüsü m.9 ve m.10’da düzenlenmiolan bu hak kapsamında hastaların tehis, tedavi ve bakımlarının tıbbi uygulama esaslarına uygun olmasının yanında ayrıca hastaların tıptaki yenilikler ile ortaya çıkan yeni yöntemlerden de yararlandırılması gerekmektedir.

10. Tıbbi Gereklilikler Dışında Müdahale Yasağı

HHY m.12 “Tehis, tedavi veya korunma maksadı olmaksızın, ölüme veya hayati tehlikeye yol açabilecek veya vücut bütünlüünü ihlal edebilecek veya akli veya bedeni mukavemeti azaltabilecek hiçbir ey yapılamaz ve talep de edilemez.” uyarınca hekim ve salık hizmeti salayıcıları her ne surette olursa olsun tıbbi gereklilikler dıında, hastanın rızası olsa dahi, tıbbi müdahalede bulunamaz.

11. Sağlık Hizmetlerinden Nasıl Faydalanabileceği Konusunda Bilgi İsteme Hakkı

HHY m.7 “Hasta, salık hizmetlerinden nasıl faydalanabilecei konusunda bilgi isteyebilir. Bu hak, hangi salık kuruluundan hangi artlara göre faydalanılabileceini, salık kurum ve kuruluları tarafından verilen her türlü hizmet ve imkanın neler olduunu ve müracaat edilen kuruluta verilen salık hizmetlerinden faydalanma usulüne örenme haklarını da kapsar. Bütün salık kurum ve kuruluları, hastayı birinci fıkra uyarınca bilgilendirmek için yeterli teknik donanımı haiz birimi oluturmak; bu birimde, hastaya kesin ve yeterli bilgi verebilecek nitelik ve ehliyete sahip personeli daimi olarak istihdam etmek ve hastanın ihtiyacı olan birimlere kolayca ulaabilmesini temin etmek üzere, kuruluun uygun yerlerinde bilgilendirici tabela, broür ve iaretler bulundurmak gibi tedbirleri almak zorundadırlar.” Hükmü uyarınca salık hizmetlerinden nasıl faydalanabilecei, artların neler olduu, salık kurumlarınca hangi tür hizmetlerin verilebilecei hususlarında hastanın bilgi isteme hakkı bulunmaktadır ve salık kuruluları bu hakkın yerine getirilebilmesi için gerekli yeterlilikte personel istihdam etmekle yükümlüdür.

12. Sağlık Hizmetlerinden Adalet ve Hakkaniyete Uygun Faydalanma Hakkı

HHY m. 6 “Hasta, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde salıklı yaamanın tevik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyucu salık hizmetleri de dahil olmak üzere, salık hizmetlerinden ihtiyaçlarına uygun olarak faydalanma hakkına sahiptir. Bu hak, salık hizmeti veren bütün kurum ve kurulular ile salık hizmetinde görev alan personelin adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygun hizmet verme yükümlülüklerini de içerir.” le Biyotıp Sözlemesi Salık Hizmetlerine Eriimde Adalet balıklı m.3”Taraflar, salık gereksinimleri ve mevcut kaynakları dikkate alarak, kendi yasal yetkileri dahilinde, uygun nitelikteki sağlık hizmetlerinden adil bir şekilde yararlanılmasını sağlayacak uygun tedbirleri alacaklardır.” Hükmü uyarınca sağlık hizmetlerine erişirken kendilerine adil davranılma, hiç bir suretle adaletsiz bir biçimde sağlık hizmetine erişimlerinin engellenmesi veya geciktirilmesi ile karşılaşmamalarının sağlanmasını güvence altına alan bir haktır.

13. Hastaların İnanç ve Manevi kanaatlerine Uygun Manevi Yardım Alma Hakkı

Bu hak inancı olan bir kiinin ölüme yaklaı son anda inancının gereklerinin yerine getirmesine yardımcı olmak ve tersi bir durumda yani hastanın inançsız olduu bir durumda da kiiye inançlıymıgibi dinsel yardımda bulunmaya çalımamak eklinde kendini gösterir. HHY m.38’de düzenlenmiolan bu hak uyarınca kurum hizmetlerini aksatmama ve tedaviye müdahale etmeme artıyla hastanın talebi üzerine hastaneye din görevlisi davet edilebilecektir.

14. İnsani Değerlere Saygı Gösterilmesi ve Ziyaret Hakkı

HHY m.39 uyarınca salık hizmetleri sunulurken hastaların kiilik hakları korunmalı, salık personelince hasta, hasta yakını ve ziyaretçilere nazik ve efkatli davranılmalı, tedavinin her aamasında hastanın bedensel ve psikolojik durumu gözetilerek gerekli açıklamalar yapılmalı, salık hizmetinin verildii yerler insan onuruyla badaacak ekilde hijyenik olmalı ve hasta ziyaretçileri kabul edilirken hastaların huzur ve sükununu bozacak fiil ve tutumlarda bulunulmamalıdır.

15. Refakatçi Bulundurma Hakkı

HHY m.40 uyarınca tedavi ve muayene sırasında hastaya yardımcı olmak üzere, tedaviden sorumlu hekimin de uygun görmesi halinde refakatçi bulundurulabilecektir.

16. Hizmetin Sağlık Kurum ve Kuruluşu Dışında Verilmesi Hakkı

HHY m. 41- Hastalar, aaıdaki hallerde salık hizmetlerinden bulundukları yerlerde de faydalanabilirler:
a) Koruyucu sa
lık hizmetlerinin verilmesinde,
b) Tıbbi sebeplerden dolayı sa
lık kuruluuna bizzat gidilemeyen veya götürülemeyen hallerde, c) Tabii afetler gibi olaanüstü hallerde.

Hizmetin salık kuruluu dıında verilmesi ile ilgili usul ve esaslar, Bakanlık tarafından ayrıca düzenlenir. Hükmü ile düzenlenmitir.

IV. Sonuç ve Değerlendirme

nsan haklarının bir uzantısı sayılan hasta hakları tarihsel süreçte insan haklarından daha yavabir seyir izlemiancak netice itibariyle gerek ulusal gerek uluslararası pek çok düzenleme ile günümüzde önemi gittikçe daha da anlaılan bir konu haline gelmitir. Hasta Hakları hem hastalar hem de salık hizmeti salayıcıları bakımından tarafların aralarındaki iletiimin geliebilmesi için uymakla zorunlu oldukları esas ve kuralları gösterir niteliktedir. Tıp alanındaki teknolojik gelimeler ve salık hizmeti salayan kuruluların artması ile birlikte günümüzde hastaların haklarının farkında olarak insancıl muamele görmeyi talep edebilmesi ve aksi takdirde yasal yollara bavurması ile hasta haklarına duyarlı hekimlerin yetitirilmesi toplumun refah seviyesi ve Hasta Haklarının toplum nezdinde içselletirilmesi için büyük bir önem arz etmektedir.

 

1 Tuğçe Orel, “Hasta Hakları”, http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1047.htm

2 Av. Gültezer Hatırnaz Erol, “Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluğu ve Hasta Hakları”, Seçkin Yayıncılık,4. Bası, Sayfa 204

3 Av. Gültezer Hatırnaz Erol, “Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluğu ve Hasta Hakları”, Seçkin Yayıncılık,4. Bası, Sayfa 207

4 Av. Gülşah Gözpınar Karan, “Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluğu”, Seçkin Yayıncılık, sayfa 63.

5 Av. Gültezer Hatırnaz Erol, “Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluğu ve Hasta Hakları”, Seçkin Yayıncılık, Sayfa 216

6 Av. Gültezer Hatırnaz Erol, “Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluu ve Hasta Hakları”, Seçkin Yayıncılık,Sayfa 221

KAYNAKÇA

1. Av. Gültezer Hatırnaz Erol, Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluu ve Hasta Hakları, Seçkin yayıncılık, Ankara 2015

2. Av. Gülah Gözpınar Karan, Özel Hastanelerin Hukuki Sorumluluu, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2015

3. Tuçe Orel, “Hasta Hakları”, http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1047.htm, Eriim Tarihi: 27.12.2017

4. Av. E. Ahen Dinç, “Hasta Haklarının Salık Hukuku Boyutuyla Deerlendirilmesi”,http://www.istanbulsaglik.gov.tr/w/sb/duyurular/belge/av_ahsen_dinc_saglik_huhuk_hasta_h ak_02072017.pdf, Eriim Tarihi:27.12.2017

Alioğlu Hukuk & Arabuluculuk Bürosu © COPYRIGHT 2017 – TÜM HAKLARI SAKLIDIR   Web Tasarım

0212 531 18 00  /  info@alioglu.av.tr

 

 

SAHTE FATURA DÜZENLEME VEYA KULLANMA SUÇU

SAHTE FATURA DÜZENLEME VEYA KULLANMA SUÇU

SAHTE FATURA DÜZENLEME VEYA KULLANMA SUÇU

 

VERGİ SUÇ VE CEZALARI

 

KAÇAKÇILIK SUÇLARI ÖZELİNDE SAHTE FATURA KULLANMA VEYA DÜZENLEME SUÇU

 

Vergi kaçırma eyleminin nitelikli ve kasıtlı olarak işlenmesi halinde bu eylem nitelikli bir vergi suçu olarak adlandırılacak olup bu fiilleri gerçekleştiren kişilerin yargılaması ceza mahkemelerince yapılacaktır.

 

Bu kapsama giren suçlar VUK m.359’da tanımlanmıştır.

 

Vergi Usul Kanunu madde 359

 

“a) Vergi kanunlarına göre tutulan veya düzenlenen ve saklanma ve ibraz mecburiyeti bulunan;

 

1) Defter ve kayıtlarda hesap ve muhasebe hileleri yapanlar, gerçek olmayan veya kayda konu işlemlerle ilgisi bulunmayan kişiler adına hesap açanlar veya defterlere kaydı gereken hesap ve işlemleri vergi matrahının azalması sonucunu doğuracak şekilde tamamen veya kısmen başka defter, belge veya diğer kayıt ortamlarına kaydedenler,

 

2) Defter, kayıt ve belgeleri tahrif edenler veya gizleyenler veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar,

Hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Varlığı noter tasdik kayıtları veya sair suretlerle sabit olduğu halde, inceleme sırasında vergi incelemesine yetkili kimselere defter ve belgelerin ibraz edilmemesi, bu fıkra hükmünün uygulanmasında gizleme olarak kabul edilir. Gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belge ise, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgedir.

 

b) Vergi kanunları uyarınca tutulan veya düzenlenen ve saklama ve ibraz mecburiyeti bulunan defter, kayıt ve belgeleri yok edenler veya defter sahifelerini yok ederek yerine başka yapraklar koyanlar veya hiç yaprak koymayanlar veya belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge, sahte belgedir.

 

c) Bu Kanun hükümlerine göre ancak Maliye Bakanlığı ile anlaşması bulunan kişilerin basabileceği belgeleri, Bakanlık ile anlaşması olmadığı halde basanlar veya bilerek kullananlar iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

371 inci maddedeki pişmanlık şartlarına uygun olarak durumu ilgili makamlara bildirenler hakkında bu madde hükmü uygulanmaz.

Kaçakçılık suçlarını işleyenler hakkında bu maddede yazılı cezaların uygulanması 344 üncü maddede yazılı vergi ziyaı cezasının ayrıca uygulanmasına engel teşkil etmez.”

 

 

 

 

A.VUK m.359 kapsamında “NAYLON FATURA” (Sahte Fatura) Kullanma ve Düzenleme Suçu

 

VUK m.359/b

 

“(…)veya belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge, sahte belgedir.(…)” bendinde düzenlenmiş olan suç Sahte Fatura kullanma veya düzenleme suçudur.

 

Fatura Kavramı

 

Bu suçun mahiyeti ve kapsamının anlaşılabilmesi için öncelikle “Fatura” kavramı irdelenmelidir.

 

  • VUK m.227/3 “(Ek: 3/12/1988-3505/3 md.) Bu Kanuna göre kullanılan veya bu Kanunun Maliye ve Gümrük Bakanlığına verdiği yetkiye dayanılarak, kullanma mecburiyeti getirilen belgelerin, öngörülen zorunlu bilgileri taşımaması halinde bu belgeler vergi kanunları bakımından hiç düzenlenmemiş sayılır.”

 

  • Faturanın tarifi:

Madde 229 – Fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır.

  • Faturanın şekli:

Madde 230 – (Değişik: 30/12/1980-2365/34 md.)

Faturada en az aşağıdaki bilgiler bulunur:
1. Faturanın düzenlenme tarihi seri ve sıra numarası;
2. Faturayı düzenleyenin adı, varsa ticaret unvanı, iş adresi, bağlı olduğu vergi dairesi

ve hesap numarası;
3. Müşterinin adı, ticaret unvanı, adresi, varsa vergi dairesi ve hesap numarası;
4. Malın veya işin nev’i, miktarı, fiyatı ve tutarı;
5. (Değişik: 4/12/1985-3239/19 md.) Satılan malların teslim tarihi ve irsaliye numarası,

(Malın alıcıya teslim edilmek üzere satıcı tarafından taşındığı veya taşıttırıldığı hallerde satıcının, teslim edilen malın alıcı tarafından taşınması veya taşıttırılması halinde alıcının taşınan veya taşıttırılan mallar için sevk irsaliyesi düzenlemesi ve taşıtta bulundurulması şarttır.

Malın, bir mükellefin birden çok iş yerleri ile şubeleri arasında taşındığı veya satılmak üzere bir komisyoncu veya diğer bir aracıya gönderildiği hallerde de, malın gönderen tarafından sevk irsaliyesine bağlanması gereklidir. Bu bentte yazılı irsaliyeler hakkında fiyat ve bedel ile ilgili bilgiler hariç olmak üzere, bu madde hükmü ile 231 inci madde hükmü uygulanır. İrsaliyelerde malın nereye ve kime gönderildiği ayrıca belirtilir.

Şu kadar ki nihai tüketicilerin tüketim amacıyla perakende olarak satın aldıkları malları kendilerinin taşıması veya taşıttırması halinde bu mallara ait fatura veya perakende satış fişinin bulunması şartıyla sevk irsaliyesi aranmaz.)

VUK m.230’da fatura mahiyetinde bir belgenin taşıması zorunlu olan unsurları düzenlenmiştir. VUK m.227’de ise zorunlu unsurları taşımayan bir belgenin vergi kanunları bakımından hiç düzenlenmemiş sayılacağına vurgu yapılmıştır. Iki maddenin birlikte yorumlanması halinde varılan sonuç şayet VUK m.359 kapsamında bir “Sahte Fatura düzenleme veya kullanma suçu”ndan bahsediliyor ise bu sahte belgenin VUK m.230’da düzenlenmiş olan zorunlu unsurları içermemesi halinde hiç düzenlenmemiş sayılacağından bu maddede belirtilen suçun oluşmayacağıdır.  Bu halde örneğin VUK m.230/1’de zorunlu unsurlardan sayılan “faturanın düzenlenme tarihi”nin yer almadığı gerçeğe aykırı bir faturanın düzenlenmesi halinde bu belge bir fatura sayılamayacak ve bu belge bakımından VUK m.359/b uyarınca “Sahte fatura düzenleme suçu” meydana gelmeyecektir. Yargıtay’ın aşağıda özeti verilen yakın tarihli kararında da bu husus belirtilmiştir.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi 2016/7259 E. 2017/2673 K. Sayılı kararı

ÖZETİ: Sahte fatura düzenleme suçunda suçun maddi konusunun fatura olması, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 227.maddesinin 3.fıkrasındaki “Bu kanuna göre kullanılan veya bu kanunun Maliye ve Gümrük Bakanlığı’na verdiği yetkiye dayanılarak kullanma mecburiyeti getirilen belgelerin, öngörülen zorunlu bilgileri taşımaması halinde bu belgeler vergi kanunları bakımından hiç düzenlenmemiş sayılır” şeklindeki düzenlemeye göre de faturaların Vergi usul Kanunu’nun 230.maddesinde öngörülen zorunlu bilgileri içermesinin gerekmesi, suça konu faturaların ele geçmemiş olması karşısında; sahte olarak düzenlendiği iddia olunan faturaların kanunda öngörülen şekil şartlarını taşıyıp taşımadıklarının incelenmesine imkan bulunmaması nedeniyle suçun unsurları itibariyle oluşmayacağı anlaşıldığından katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi hk.

 

Sahte Fatura Düzenleme Ve Kullanma Suçu Unsurları

Halk arasında Naylon Fatura da denen Sahte Fatura düzenleme veya kullanma suçunun oluşması için düzenlenen veya kullanılan faturanın gerçek bir muamele veya duruma dayanmaması gerekmektedir.

 

Örneğin taraflar arasında gerçekte hiç gerçekleşmemiş bir alım-satım ilişkisi sanki varmış, gerçekleşmiş gibi bir fatura düzenlendiğini düşünelim, bu halde düzenlenen fatura sahte fatura olacak ve VUK m.359/b bendi kapsamında sahte fatura düzenleme suçu meydana gelmiş olacaktır. Bu faturayı kullanan mükellef bakımından ise sahte fatura kullanma suçu meydana gelmiş olacaktır. Ayrıca belgenin aslında veya suretinde sahtecilik yapılması arasında bir fark gözetilmemiş olup her iki durumda da bu suç meydana gelecektir.

 

Madde metninde de belirtildiği üzere sahte fatura düzenleme veya kullanma suçu kısmen veya tamamen sahte bir belge düzenlenmek veya kullanmak suretiyle işlenebilir. Tamamen sahte belgeden kastedilen belgenin içeriğindeki tüm işlemlerin aslında gerçekte var olmaması iken kısmen sahte bir belge gerçekte var olan bir muamele ile gerçekte var olmayan bir muameleyi birlikte içerir. İlk örneğimizdeki hiç gerçekleşmemiş bir alım satım ilişkisi sanki varmışçasına düzenlenen faturayı ele alırsak bu faturanın tamamen sahte belge niteliğinde olduğu açıktır çünkü içeriğinde yer alan işlemlerin hiç biri aslında hiç var olmamıştır, ancak bu faturada yer alan mallardan bir kısmının gerçekten satıldığı ihtimalinde gerçekte var olan muamele ile gerçekte var olmayan muamele aynı belgede yer almış olacağından bu durumda kısmen sahte fatura düzenleme/kullanma suçu meydana gelecektir.

 

Yukarıda açıklananlar ışığında özellikle netleştirmek istediğimiz husus ise gerçekte var olan ancak belgelendirilmeyen bir alım ve hizmetin başka bir mükellefin belgesi ile belgelendirilmesi durumunda da yine VUK m.359/b bendi uyarınca sahte fatura düzenleme suçunun oluşacak olmasıdır. Çünkü esasında her ne kadar bu alım ve hizmet gerçekte var olmuş gibi gözükse de, bu hukuki ilişkinin tarafları faturada gösterilen kişiler olmayacak ve bu kişiler arasında böyle bir muamele aslında bulunmadığından yine gerçek bir muameleye dayanmayan bir belgenin düzenlenmesi söz konusu olacağından sahte fatura düzenleme suçu oluşacaktır. Bu şekilde başka bir mükellefin belgesi ile belgelendirme hali genellikle mal-hizmet satımını yapan kişinin 3. Kişilerle anlaşarak onlar üzerinden fatura kesmesi ve bu 3. kişilere kesilen her fatura için belirli bir miktarda komisyon ödemesi şeklinde gerçekleşmektedir. Bu halde de sahte fatura düzenleme veya kullanma suçu oluşacaktır. Yargıtay’ın görüşü de bu yöndedir.

 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/1512 Esas , 2014/366 Karar sayılı kararı ilgili bölüm

 

“(…) Bu itibarla, belgesiz yapılan alım ve hizmetin başka bir mükellefin belgesi ya da sahte belge ile belgelendirilmesi halinde belgenin gerçek muamele veya duruma dayanmadığından sahte olduğunun kabulü gerekir.(…)”

 

Aşağıda yer verilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında da değinildiği üzere

 

  • Mükellefin Özel Yönetmeliğe uygun olarak bastırdığı fatura ile gerçek olmayan bir muameleyi belgelendirmesi halinde (gerçekte var olmayan mal-hizmet alımını yönetmeliğe uygun basılan fatura ile belgelendirmek)
  • Muamelenin tamamen sahte olarak basılan, yönetmeliğe uygun olmayan sahte bir belge ile belgelendirilmesi halinde
  • Gerçek bir muameleyi başka bir mükellefin belgesi ile belgelendirme halinde (faturanın mal-hizmet satımını yapan kişi tarafından değil 3.kişi tarafından kesilmesi)
  • Başka bir mükellefin belgesi ile, bu mükellefin rızası olmaksızın belgelendirme halinde

Sahte fatura düzenleme/kullanma suçu meydana gelecektir.

 

Ayrıca belirtmek gerekir ki, bir hizmet-mal alım satımının başka bir mükellefin belgesi ile belgelendirilmesi durumunda da bu belgeyi kullanan mükellefin sahteliği bildiği kabul edilecektir. Bu mükellef bakımından da bu durumda sahte fatura kullanma suçu meydana gelecektir.

 

 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/1512 Esas , 2014/366 Karar sayılı kararı ilgili bölüm:

 

(…)Gerçek muamele ve durumun bir başka mükellefin belgesiyle veya sahte belgeyle belgelendirilmesi durumunda, bu belgeleri kullanan mükellef failin sahteliği bildiği kabul edilmelidir. Zira belge aldığı kişiyle alım satım ilişkisinde bulunmayan ve bunu bilen mükellef, failin alıp kullandığı belgenin sahte olduğunu bilmediği düşünülemeyecektir.(…)

 

Değinmek istediğimiz bir diğer husus ise sahte fatura düzenleme ve sahte fatura kullanma suçlarının esasında aynı maddede düzenlenmiş olmasına rağmen farklı suçlar olduğudur. Bu halde failin hangi suçu işlediğinin tespit edilmesi yargılama bakımından önem arz etmektedir.

 

Yargıtay 11. Ceza Dairesi 2017/3603 E. 2017/3679 K. 11.05.2017 Tarihli kararı ilgili bölüm:

 

(…)Sahte fatura düzenlemek ile sahte fatura kullanmak suçlarının birbirinden ayrı ve bağımsız suçlar olduğu, birbirine dönüşmeyeceği, 5271 sayılı CMK’nın 225.maddesi uyarınca hükmün konusu, duruşmanın neticesine göre iddianamede gösterilen fiilden ibaret olup, sanık hakkındaki kamu davasının sahte fatura kullanmak suçundan açıldığı gözetilmeden, iddianame dışına çıkılmak suretiyle sahte fatura düzenlemek suçundan hüküm kurulması, 5237 sayılı TCK’nın 53.maddesine ilişkin uygulamanın Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 gün 2014/140 esas, 2015/85 sayılı iptal kararı ile birlikte yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, yasaya aykırıdır. (…)

 

VUK m.359/b uyarınca sahte fatura düzenlemek veya kullanmak suçunun cezası 3 yıldan  yıla kadar hapis cezasıdır.

 

 

Yanıltıcı belge kullanma veya düzenleme suçu ve bu suçun sahte belge düzenleme veya kullanma suçu ile farkı

 

Muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenlemek veya kullanmak suçunda vergiyi doğuran muamelenin mahiyeti veya miktarı değiştirilerek, gerçek miktarın üstünde veya altında gösterilmesi söz konusudur.

Bu şekilde bir kısım gelirlerin gizlenmesi veya gideri fazla göstererek matrahı düşürmek hedeflenir.

Yanıltıcı belge kullanmak veya düzenlemek suçu ile sahte belge kullanmak veya düzenlemek suçu arasındaki en büyük ayrım yanıltıcı belgede gerçekte var olan bir hizmet-mal satımının miktar olarak veya mahiyet olarak farklı gösterilmesi iken (örneğin A ile B arasında  5 kilo pamuklu kumaş satımı ilişkisi varken bunu faturaya 10 kilo pamuklu kumaş satılmış gibi yansıtılması veya 5 kilo iplik satılmış gibi yansıtılması gibi) sahte belge düzenlemek veya kullanmak suçunda aslında taraflar arasında hiç var olmayan bir hizmet-mal alım satım ilişkisi varmış gibi fatura düzenlenmektedir. VUK m.359/a-2 uyarınca muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlemek veya kullanmak suçunun cezası 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıdır.

 

VUK m.359/a-2

“(…)Defter, kayıt ve belgeleri tahrif edenler veya gizleyenler veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar,

Hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Varlığı noter tasdik kayıtları veya sair suretlerle sabit olduğu halde, inceleme sırasında vergi incelemesine yetkili kimselere defter ve belgelerin ibraz edilmemesi, bu fıkra hükmünün uygulanmasında gizleme olarak kabul edilir. Gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belge ise, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgedir.(…)”

 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/1512 Esas , 2014/366 Karar sayılı kararı ilgili bölüm:

 

“(…)Gerçek bir muamelenin miktar itibarıyla gerçeğe aykırı şekilde belgeye yansıtılması, belge konusunun adet, miktar, fiyat veya tutar yönlerinden eksik veya fazla gösterilmesidir. Örneğin; elli adet satılan gömleğin otuz adet, 100 Liradan satılan bir malın 20 Liradan satılmış olarak gösterilmesi gibi. Gerçek bir muamelenin mahiyet itibarıyla gerçeğe aykırı bir şekilde belgeye yansıtılması ise satılan mal veya sunulan hizmetin cinsinin ve muamele tarihinin farklı gösterilmesidir. Örneğin; deri ceket satıldığı halde faturada kumaş ceket satılmış gibi veya mal, yeni mali yılda satıldığı halde kapanan mali yıl içinde satılmış olarak gösterilmesi gibi.(…)”

 

Vergi Kaçakçılığı suçlarında mütalaa şartı

 

VUK m.367 uyarınca vergi kaçakçılığı suçlarında vergi idaresinin suça ilişkin yazılı görüşü bir diğer deyişle vergi idaresinin mütalaasının alınması gerekmektedir. Vergi ceza hukukunda vergi idaresinin mütalaasının alınması kovuşturma şartıdır. Bu şart henüz sağlanmamışsa yargılamayı yapan mahkeme CMK hükümleri uyarınca “durma kararı” eğer bu şartın hiç gerçekleşmeyeceği anlaşılırsa ise “düşme kararı” vermelidir. Vergi idaresinin suça ilişkin mütalaası olmadan yargılamanın sürmesi mümkün değildir.

 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/1512 Esas , 2014/366 Karar sayılı kararı ilgili bölüm:

 

“(…)Vergi suçlarında mütalaa şartı:

CMK’nun 158-160. maddelerinde de belirtildiği üzere, soruşturma yapmakla yükümlü olan makamların bir suç işlendiğini öğrenmeleri durumunda hemen ceza muhakemesi sürecini başlatmaları gerekir. Ancak bazı hallerde soruşturmanın veya kovuşturmanın başlatılmasının belli şartların gerçekleşmesine bağlı tutulması söz konusudur. Muhakeme şartları denilen bu hukuki müessesenin örneklerinden birine vergi kaçakçılığı suçunun muhakeme sürecinde rastlanmaktadır.

Ceza hukukunda “mütalaa” kimi suçlardan dolayı kovuşturma yapılabilmesi için o suçtan dolayı hak ve menfaatleri ihlal edilen kurumun suç hakkında verdiği yazılı görüştür. Bu anlamda vergi ceza hukukunda vergi idaresinin mütalaası, Yargıtay’ın da kararlarında istikrarlı bir biçimde benimsediği üzere, “kovuşturma/yargılama şartı” olarak kabul edilmektedir.

Muhakeme şartları, ceza yargılaması yapılabilmesi için kimi hallerde aranan şartlardır. Bunların bulunmaması muhakemenin sürdürülmesini engellemekte, ancak şartların bulunması muhakemenin yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununun 223/8. maddesi hükmü uyarınca ceza muhakemesi şartının henüz gerçekleşmediği durumlarda gerçekleşmesini beklemek üzere “durma kararı,” gerçekleşmeyeceğinin anlaşıldığı ahvalde ise “düşme kararı” verilecektir. Ancak aynı maddenin dokuzuncu bendine göre, derhal beraat kararı verilebilecek durumlarda, düşme kararı verilmesi mümkün değildir.

Vergi kaçakçılığı suçlarında söz konusu olan mütalaa şartı, 213 sayılı Kanunun 367. maddesinde düzenlenmiştir. Bir vergi incelemesi esnasında, anılan kanunun 359. maddesinde yazılı kaçakçılık suçunun tespiti halinde, vergi müfettişleri ve vergi müfettiş yardımcıları ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla doğrudan doğruya; vergi incelemesine yetkili olan diğer memurlar ise ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla vergi dairesi başkanlığı veya defterdarlık aracılığıyla durumu yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmekle mükelleftir.

Cumhuriyet Başsavcılığının, vergi kaçakçılığı suçunun işlendiğini başka bir yoldan öğrenmesi de imkân dâhilindedir. Bu durumda Cumhuriyet savcısı, bir an önce ilgili vergi dairesine durumu bildirerek inceleme yapılmasını talep edecek, böylece kamu davasının açılması için bu inceleme sonucunun Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesi beklenecektir.

Bu düzenlenmenin nedeni madde gerekçesinde; “Hileli vergi suçları kamu davasına tahrik salahiyeti vatandaşın mali emniyet mülahazası ile bazı kayıtlara bağlanmıştır. Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları ve muavinleri ile Defterdarlar haricinde kalan inceleme yetkisine haiz memurların tetkik neticelerine bağlı bulundukları Defterdarın mütalaası ile birlikte savcılığa bildirmeleri ve savcının muttali olacağı belli hileli vergi suçları için, alakalı Defterdarlıktan inceleme istemesi bu sebep ve mülahaza ile yerinde görülmüştür. Diğer taraftan adalet cihazının tetkikine ve yetkisine tevdi olunan hileli vergi suçları için mali cezaların tatbiki gerekli olduğu da bir fıkra halinde belirtilmiştir” şeklinde açıklanmıştır.(…)” şeklinde kurulan hükümde de bu husus özellikle belirtilmiştir.

 

Yazımızda yer yer değinilen ve bu konuda verilmiş en kapsamlı kararlardan biri olan Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/1512 Esas , 2014/366 Karar sayılı kararının tam metnini aşağıda bulabilirsiniz.

 

 

“İçtihat Metni”

Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi

Mahkemesi : BEYŞEHİR Asliye Ceza

Günü : 20.02.2009

Sayısı : 23-48

 

Sahte fatura kullanmak suçundan sanığın 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 359/b-1, 765 sayılı TCK’nın 80 ve 59. maddeleri uyarınca 25 ay hapis cezası ile mahkumiyetine ilişkin, Beyşehir Asliye Ceza Mahkemesince verilen 20.02.2009 gün ve 23-48 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 26.12.2011 gün ve 11578-24085 sayılı ile;

“2004 takvim yılında sahte fatura kullanmak suçundan verilen hükme yönelik temyize gelince;

07.07.2006 gün ve VDENR-2006-IV-196/9 sayılı Kaçakçılık Suçu Raporu ile ekindeki Vergi İnceleme Raporunda, Huğlu Kasabasında silah montaj ve işçiliği yapan sanığın, belgesiz alımlarını sahte faturalarla belgelendirmek suretiyle katma değer vergisi ziyaına sebebiyet verdiği tespit olunduktan sonra, 84 Nolu KDVK Genel Tebliği gereğince bu eylemi muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanmak olarak nitelendirilip, dava şartı olan mütalaanın bu kabule uygun olarak 19 Eylül 2006 tarih ve B.07.1.GİB.4.42.40.01/104-IV-196/2006-1587 sayı ile 213 sayılı VUY’nın 359/a-2. maddesinden verilmesine rağmen, anılan Yasanın 359. maddesinin (a) ve (b) fıkralarında sahte belge ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgelerin tanımlanış şekline ve yerleşik uygulamaya göre sanığın eyleminin sahte fatura kullanmak suçunu oluşturacağı belirtilerek bu suçtan mütalaa verilmesi amacıyla yargılamanın durmasına karar verilip, dava dosyasının idareye gönderilerek, fiile uygun dava şartının alınmasından sonra sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, eyleminin sahte fatura kullanmak suçunu oluşturduğunun kabulüyle, dava şartı gerçekleşmeyen bu suçtan dolayı 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 359/b-1. maddesinin uygulanması suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.02.2012 gün ve 141580 sayı ile;

“Sanık hakkındaki kamu davasında belirtilen eylem, sahteliği iddia edilen faturaların vergi kayıtlarına intikal ettirilerek vergi kayıtlarında kullanılmasına ilişkindir. Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından sanığın eyleminin 213 sayılı VUK’nun 359/a-2. maddesi kapsamında görülüp bu kapsamda mütalaada bulunmak sureti ile suç duyurusunda bulunmasına, akabinde Cumhuriyet Başsavcılığınca eylemin aynı kanunun 359/b-1. maddesi kapsamında olduğundan bahisle iddianame düzenlenip kamu davası açılmasına ve mahkeme tarafından bu iddianame kapsamında aynı kanunun 359/b-1. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Sanığın Vergi Dairesince ihbar edilen eylemi ile iddianame ve mahkeme kararına konu olan eylem aynı olup, sanığın sahteliği iddia edilen faturaları vergi kayıtlarında kullanmasına ilişkindir. Bu kapsamda idari makam tarafından eylemin nitelendirilmesine ilişkin olarak, içinde kaldığı maddenin ve dolayısı ile suçun belirlenmesine dair mütalaanın, idari makama, Anayasaya göre yargılama makamı olan mahkemeleri bağlar şekilde yetki tanınması anlamına gelecektir. Öyle ki, vergi kaçakçılığı suçlarında yargılama şartı olarak düzenlenen ‘mütalaa’ kavramına vergi suçu gibi ayrı uzmanlık bilgisi gerektiren bir konuda işin uzmanlarından soruşturma makamına yardımcı olması amacının haricinde görev yüklenmiş olacaktır. Sanığın cezalandırılması istemi ile açılan kamu davasındaki eyleminin, hukuki nitelendirilme yetkisinin her türlü etkiden ayrı olarak yargılama makamına ait olmakla; iddianamede gösterilen eylemi Vergi Dairesi Başkanlığından farklı şekilde vasıflandırarak hüküm kuran mahkeme kararı hakkında verilen bozma kararı kaldırılarak, hükmün onanmasına karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesi tarafından 23.11.2012 gün ve 22308-20208 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

 

İtirazın kapsamına göre inceleme, 2004 takvim yılında sahte fatura kullanmak suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulu tarafından çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında 2004 takvim yılı içerisinde sahte fatura kullanmak suçundan açılmış bir kamu davası olup olmadığı ve buna bağlı olarak, 213 sayılı Kanunun 367. maddesi uyarınca bu suçlarda dava şartı olan Vergi Dairesi Başkanlığı mütalaasının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Konya Vergi Dairesince yapılan inceleme neticesinde, sanığın muhteviyatı itibarıyla sahte belge suçundan 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 359/a-2. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle suç duyurusunda bulunularak bu yönde mütalaa verildiği,

Beyşehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sanığın sahte fatura kullanmak suçundan aynı kanunun 359/b-1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı ve yerel mahkemece de aynı suçtan mahkumiyet hükmü kurulduğu,

Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın isabetli biçimde çözümlenebilmesi için, öncelikle muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge ve sahte belge kullanmak suçlarının unsurlarının açıklanması, daha sonra bu suçlardan kovuşturma yapılabilmesi için aranan mütalaa şartı üzerinde durulması, son olarak hükmün konusu ve fiili değerlendirmede mahkemenin yetkisi konusunun incelenmesi gerekmektedir.

1- Muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge kullanmak suçu:

Vergiyi doğuran faaliyetin mahiyeti değiştirilerek veya miktarı gerçeğin altında ya da üzerinde gösterilerek bir kısım gelirlerin gizlenmesi veya giderlerin fazla gösterilmesi suretiyle matrahın düşürülmesi, dolayısıyla az vergi vermeyi hedefleyen mükellefler tarafından sıkça işlenen fiillerden birisi muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenlemek ve kullanmaktır.

Muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge, 213 sayılı Kanunun 359. maddesinde; “Gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belge ise, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgedir” şeklinde tanımlanmıştır.

Gerçek bir muamelenin miktar itibarıyla gerçeğe aykırı şekilde belgeye yansıtılması, belge konusunun adet, miktar, fiyat veya tutar yönlerinden eksik veya fazla gösterilmesidir. Örneğin; elli adet satılan gömleğin otuz adet, 100 Liradan satılan bir malın 20 Liradan satılmış olarak gösterilmesi gibi. Gerçek bir muamelenin mahiyet itibarıyla gerçeğe aykırı bir şekilde belgeye yansıtılması ise satılan mal veya sunulan hizmetin cinsinin ve muamele tarihinin farklı gösterilmesidir. Örneğin; deri ceket satıldığı halde faturada kumaş ceket satılmış gibi veya mal, yeni mali yılda satıldığı halde kapanan mali yıl içinde satılmış olarak gösterilmesi gibi.

Belgede miktarın gerçeğe aykırı gösterilmesiyle bir kısım faaliyet belgelendirilmemiş, bu şekilde vergi dairesinin bilgisinden kaçırılmış olmaktadır. Mahiyetin gerçeğe aykırı biçimde gösterilmesinde ise, faaliyetin mahiyeti değiştirilerek beklenen yarar sağlanmakta, adeta vergi dairesi hataya düşürülüp kandırılmaktadır. (Nuri Ok-Ahmet Gündel, Ceza Mahkemelerinin Görevine Giren Vergi Kaçakçılığı Suçları, Seçkin Yayınları, Ankara, 2002, s. 314)

Muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge, Vergi Usul Kanununa uygun biçimde mükellef sıfatını almış kişi tarafından düzenlenmesi gerekir. Belgenin gerçek bir muamele veya duruma dayanma zorunluluğu bunu gerektirmektedir. Ancak adına fatura düzenlenen kişinin mükellef olması şart değildir.

Muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı olan belge, vergi kanunlarına göre tutulması gereken ya da düzenlenen, saklanma ve ibraz mecburiyeti olan belgelerden olmalıdır. Bu belgelerin neler olduğu 213 sayılı Vergi Usul Kanunun İkinci Kitabının “Vesikalar” başlıklı Üçüncü Kısmında gösterilmiştir. Buna göre, söz konusu belgeler şunlardır: Fatura, sevk irsaliyesi, perakende satış vesikaları (perakende satış fişleri, makineli kasaların kayıt ruloları, giriş ve yolcu taşıma bilet), gider pusulası, müstahsil makbuzu, serbest meslek makbuzu, ücret bordrosu, taşıma irsaliyesi, yolcu listesi, günlük müşteri listesi. Ayrıca Maliye Bakanlığının 213 sayılı Kanunun Mükerrer 257. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak düzenleme zorunluluğu getirdiği belgeler de suçun konusu olabilir.

Suç, birden fazla düzenlenmesi kanun gereği olan belgelerin her nüshası ile asıl ve suretleri üzerinde bağımsız olarak işlenebilir.

  1. Sahte fatura kullanmak suçu:

Haksız kazanç sağlamak veya az vergi ödemek ya da hiç vergi ödememek suretiyle vergi kaçırmak için işlenen fiillerden biri de sahte belge düzenlemek veya kullanmaktır. Vergi kayıp ve kaçağına sebebiyet verilmesindeki oranın yüksekliğini dikkate alan kanun koyucu, sahte belge düzenlemek veya bu belgeleri kullanmak eylemleri için Vergi Usul Kanununda özel düzenleme getirme ihtiyacı duymuştur.

Vergi belgelerindeki sahteciliğin amacı; düzenleyen için komisyon almak suretiyle haksız kazanç sağlamak veya vergi doğuran faaliyetini vergi dairesinin bilgisi dışında tutarak vergi ödememek; kullanan için ise, gideri fazla gösterip matrahı düşürmek, dolayısıyla az vergi ödemek veya hiç ödememek veya hakkı olmayan iadesi veya indirimden yararlanmaktır. Bu bağlamda, gerçeğe aykırılık olgusu olarak sahtecilik amaç değil, araçtır.

213 sayılı Vergi Usul Kanununun 359. maddesinde sahte belgenin tanımı yapılmıştır. Buna göre; gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde, varmış gibi düzenlenen belge sahte belgedir. Örneğin, satın alınmayan mal veya hizmetin alınmış gibi fatura tanzim edilmesi faaliyeti sahtecilik, düzenlenen fatura da sahte belgedir. Sahte olarak basılmış ya da mükellefin rızası dışında mükelleften elde edilmiş belgeler de sahte belgedir.

Belgenin asıl ve suretinde yapılan sahtecilik arasında fark olmayıp sahtecilik kısmen veya tamamen yapılabilir. Tamamen sahtecilik, gerçekte olmayan bir vergi olayının varmış gibi belgeye yansıtılmasıdır. Kısmen sahtecilik ise, gerçek ve gerçek olmayan muamele veya durumların aynı belgede yer almasıdır. Örneğin; gerçek emtia satışı için düzenlenen faturada ayrıca yapılmayan emtia satışının da gösterilmesi gibi.

Kısmen sahte belge ile muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belgeyi karıştırmamak gerekir. Yanıltıcı belgede, gerçek muamele veya durum mevcut olmakla birlikte bunların mahiyet ya da miktarında gerçeğe aykırılık bulunmaktadır. Kısmen sahte belgede ise gerçeğin yanında gerçek olmayan muamele ve durum veya yanıltıcı niteliği kabule yol açan mahiyet ve miktar dışında ve bunları aşan gerçeğe aykırılık söz konusudur.

Bu itibarla, belgesiz yapılan alım ve hizmetin başka bir mükellefin belgesi ya da sahte belge ile belgelendirilmesi halinde belgenin gerçek muamele veya duruma dayanmadığından sahte olduğunun kabulü gerekir. Nitekim 213 sayılı Vergi Usul Kanunundan kaynaklanan işlere bakmakla görevli Yargıtay 11. Ceza Dairesinin istikrarlı uygulamaları da bu yöndedir. (Örneğin; 11. Ceza Dairesinin 04.12.2007 gün ve 7063-8834 ile 18.11.2013 gün ve 19291 – 17107 sayılı kararları)

Gerçek muamele ve durumun bir başka mükellefin belgesiyle veya sahte belgeyle belgelendirilmesi durumunda, bu belgeleri kullanan mükellef failin sahteliği bildiği kabul edilmelidir. Zira belge aldığı kişiyle alım satım ilişkisinde bulunmayan ve bunu bilen mükellef, failin alıp kullandığı belgenin sahte olduğunu bilmediği düşünülemeyecektir.

Sahtecilik, mükellefin özel yönetmeliğine uygun olarak bastırdığı belgeler vasıta kılınarak işlenebileceği gibi, sahte basılmış belgelerle de işlenebilir.

  1. Vergi suçlarında mütalaa şartı:

CMK’nun 158-160. maddelerinde de belirtildiği üzere, soruşturma yapmakla yükümlü olan makamların bir suç işlendiğini öğrenmeleri durumunda hemen ceza muhakemesi sürecini başlatmaları gerekir. Ancak bazı hallerde soruşturmanın veya kovuşturmanın başlatılmasının belli şartların gerçekleşmesine bağlı tutulması söz konusudur. Muhakeme şartları denilen bu hukuki müessesenin örneklerinden birine vergi kaçakçılığı suçunun muhakeme sürecinde rastlanmaktadır.

Ceza hukukunda “mütalaa” kimi suçlardan dolayı kovuşturma yapılabilmesi için o suçtan dolayı hak ve menfaatleri ihlal edilen kurumun suç hakkında verdiği yazılı görüştür. Bu anlamda vergi ceza hukukunda vergi idaresinin mütalaası, Yargıtay’ın da kararlarında istikrarlı bir biçimde benimsediği üzere, “kovuşturma/yargılama şartı” olarak kabul edilmektedir.

Muhakeme şartları, ceza yargılaması yapılabilmesi için kimi hallerde aranan şartlardır. Bunların bulunmaması muhakemenin sürdürülmesini engellemekte, ancak şartların bulunması muhakemenin yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununun 223/8. maddesi hükmü uyarınca ceza muhakemesi şartının henüz gerçekleşmediği durumlarda gerçekleşmesini beklemek üzere “durma kararı,” gerçekleşmeyeceğinin anlaşıldığı ahvalde ise “düşme kararı” verilecektir. Ancak aynı maddenin dokuzuncu bendine göre, derhal beraat kararı verilebilecek durumlarda, düşme kararı verilmesi mümkün değildir.

Vergi kaçakçılığı suçlarında söz konusu olan mütalaa şartı, 213 sayılı Kanunun 367. maddesinde düzenlenmiştir. Bir vergi incelemesi esnasında, anılan kanunun 359. maddesinde yazılı kaçakçılık suçunun tespiti halinde, vergi müfettişleri ve vergi müfettiş yardımcıları ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla doğrudan doğruya; vergi incelemesine yetkili olan diğer memurlar ise ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla vergi dairesi başkanlığı veya defterdarlık aracılığıyla durumu yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmekle mükelleftir.

Cumhuriyet Başsavcılığının, vergi kaçakçılığı suçunun işlendiğini başka bir yoldan öğrenmesi de imkân dâhilindedir. Bu durumda Cumhuriyet savcısı, bir an önce ilgili vergi dairesine durumu bildirerek inceleme yapılmasını talep edecek, böylece kamu davasının açılması için bu inceleme sonucunun Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesi beklenecektir.

Bu düzenlenmenin nedeni madde gerekçesinde; “Hileli vergi suçları kamu davasına tahrik salahiyeti vatandaşın mali emniyet mülahazası ile bazı kayıtlara bağlanmıştır. Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları ve muavinleri ile Defterdarlar haricinde kalan inceleme yetkisine haiz memurların tetkik neticelerine bağlı bulundukları Defterdarın mütalaası ile birlikte savcılığa bildirmeleri ve savcının muttali olacağı belli hileli vergi suçları için, alakalı Defterdarlıktan inceleme istemesi bu sebep ve mülahaza ile yerinde görülmüştür. Diğer taraftan adalet cihazının tetkikine ve yetkisine tevdi olunan hileli vergi suçları için mali cezaların tatbiki gerekli olduğu da bir fıkra halinde belirtilmiştir” şeklinde açıklanmıştır.

Görüldüğü gibi kanun koyucu, genel usullerden ayrılma nedenini “vatandaşın mali emniyet mülahazası” yani mali güvenlik düşüncesine bağlamıştır.

Anayasa Mahkemesinin 10.02.2011 gün ve 136-181 sayılı kararında belirtiği gibi vergi kaçakçılığı suçu gibi ayrı uzmanlık bilgisi gerektiren bir konuda uzman ve yetkili olan kişilerin mütalaa vermesi bu konuda yeterince uzmanlığı bulunmayan soruşturma makamlarının kanuna ve hukuka uygun olarak karar vermelerine yardımcı olacak bir müessesedir. Vergi kaçakçılığı suçu kapsamına giren fiillerin bulunup bulunmadığına ilişkin özel ve teknik bilginin yer aldığı bu mütalaalar, kovuşturma aşamasında değerlendirilecek takdiri delil niteliğinde olduğundan hakimlere emir ve talimat verme, telkin ve tavsiyede bulunma olarak değerlendirilemeyecektir.

4- Hükmün konusu ve eylemi değerlendirmede mahkemenin yetkisi:

Ceza muhakemesi hukukumuzda mahkemelerce bir yargılama faaliyeti yapılabilmesi ve hüküm kurulabilmesi için, yargılamaya konu edilecek eylemle ilgili, usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davası bulunması gerekmektedir. CMK’nun 170. maddesinin birinci fıkrası uyarınca ceza davası, dava açan belge niteliğindeki icra ceza mahkemelerine verilen şikâyet dilekçesi, son soruşturmanın açılması kararı gibi istisnai hükümler olmakla birlikte kural olarak Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenecek bir iddianame ile açılır. Aynı maddenin dördüncü fıkrasında; “iddianamede yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” düzenlemesine yer verilmiştir.

CMK’nun 225. maddesinde yer alan; “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir” şeklindeki düzenleme gereğince de hangi fail ve fiili hakkında dava açılmış ise ancak o fail ve fiili hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir.

Söz konusu kanuni düzenlemelere göre iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu ileri sürülen eylemin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen fiil veya olaydan dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması kanuna aykırılık oluşturacaktır.

Öğretide “davasız yargılama olmaz” ve “yargılamanın sınırlılığı” olarak ifade edilen bu ilke uyarınca hâkim, ancak hakkında dava açılmış fiil ve kişi ile ilgili yargılama yapabilecek ve önüne getirilen somut uyuşmazlığı hukuksal çözüme kavuşturacaktır.

CMK’nun 226. maddesi ile de;

“Sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.

Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.

Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.

Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır” hükmü getirilmiştir.

Ancak kanun koyucu bu düzenlemeyle; iddianamede anlatılan fiil değişmemiş olmakla birlikte, eylemin hukuki niteliğinde değişiklik olmasını anılan ilkeye aykırı görmemiş, bu gibi hallerde sanığa ek savunma hakkı verilerek değişen suç niteliğine göre bir hüküm kurulmasına imkan sağlamıştır. Bu düzenlemenin bir sonucu olarak mahkeme, eylemin hangi suçu teşkil edeceğine ilişkin nitelendirmede iddia ve savunmayla bağlı değildir. Örneğin iddianamede hırsızlık olarak nitelendirilen fiilin suç eşyasının kabul edilmesi suçunu oluşturacağı görüşünde olan mahkeme, ek savunma hakkı vermek suretiyle suç eşyasının kabul edilmesi suçundan hüküm kurabilecektir. İddianamede anlatılan olayın dışında bir fail ve fiilin yargılanması söz konusu olduğunda ise, suç duyurusunda bulunulması ve iddianame ile dava açılması halinde de gerekli görüldüğünde her iki iddianame ile açılan davaların birleştirilmesi yoluna gidebilecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Vergi suçu raporu, mütalâa, iddianame ve yerel mahkeme kararında değerlendirilen eylem aynı olup, iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında yerel mahkemece hüküm kurulmuştur. Vergi Dairesi Başkanlığı mütalaasında bu eylemin “muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanmak” suçunu, iddianame ve yerel mahkemece ise “sahte belge kullanmak” suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir. CMK’nun 225/2. maddesinde açıklandığı üzere, mahkeme fiilin nitelendirilmesinde mütalaa ya da iddia ile bağlı olmadığından fiilin nitelendirilmesini serbestçe yapabilecektir.

Bu nedenle, somut olayda iddianamede unsurları gösterilmeyen, başka bir anlatımla dava konusu olmayan fiilden hüküm kurulduğu ve dava şartı gerçekleşmediğinden söz edilemeyeceğinden, Özel Daire bozma kararında isabet bulunmamaktadır.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 11.03.2014 gün ve 1382-124 sayılı kararı da benzer mahiyettedir.

Bu itibarla, itirazın kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve hükmün esasının incelenmesi amacıyla dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 26.12.2011 gün ve 11578-24085 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,

3- Dosyanın, hükmün esasının incelenebilmesi amacıyla Yargıtay 11. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.07.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

 

© 2017 Alioğlu Hukuk Bürosu tüm hakları saklıdır.

Çerez ve Gizlilik Politikamız

İletişim: 0212 531 1800